Medyada iki gün önce yayılan bir video, Türkiye’de son yıllarda Suriyeli sığınmacılara yönelik olarak sıklıkla görülen ırkçı düşmanlığın yalnızca biraz daha farklı bir tezahürüydü. Haber ve görüntülere göre, iki Suriyeli genç adam, Adana’daki bir parkta genç kadınlara tacizkar biçimde yaklaşıyor ve bir şeyler söylüyordu. Bu görüntülerin “kız tavlama” diye sosyal medyada yayınlanması üzerine, gençlerden biri, bir grup yerli tarafından takip edilerek yakalanıyor ve feci biçimde dövülüyordu.
Sakarya’da geçen hafta meydana gelen bir başka olayda, iki kişi arasında başlayan tartışma önce gruplar halinde kavgaya, hemen akabinde yüzlerce kişinin Suriyeli 6 sığınmacıyı linç etme girişimine dönüşüyordu. Son birkaç yıldır Türkiye’nin pek çok yerinde görülen sopa, bıçak ve palalı linç girişimlerindeki gibi.
Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği, Dünya Mülteciler Günü vesilesiyle açıkladı hafta başında: Türkiye, 2 milyon 900 bin kişiyle üçüncü kez art arda dünyada en çok mültecinin barındığı ülke oldu bu yıl da. Öncelikle, bu rakam yanlış. Gerek resmi veriler, gerekse bazı güvenilir uzmanların çalışmaları, Türkiye’de en az 3,5 milyon sığınmacı ve göçmen olduğunu gösteriyor.
3 milyondan fazlası Suriyeli. Bunlar kayıt altında olanlar. Kayıt dışı, 300 bin civarında Suriyeli sığınmacı daha olduğu tahmin ediliyor. Ülkesini terketmek zorunda kalan 5,5 milyon Suriyeli’den yarıdan fazlası Türkiye’de. 80 milyona yaklaşan Türkiye nüfusunun yüzde 5’ine doğru yaklaşıyor bu rakam.
2011 yılı Mayıs ayında 250 kişiyle başlayan göç dalgası sonrasında, resmi verilerle, 6 yılda 180 bine yakın Suriyeli bebek doğdu Türkiye’de. Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi’ne (HÜGO) göre ise, bu yılın başında bu rakam 230 bindi. Sığınmacıların yarıya yakını çocuk ve eğitim çağındakilerin 450 binden fazlası okula gitmiyor.
Türkiye’nin sınırlı olanakları içinde yıllardır milyonlarca sığınmacıya ev sahipliği yapması dünyada takdirle anılıyor. Hem BM, hem de 510 milyona yaklaşan nüfusuyla ancak 1,5 milyon mülteciye kapılarını açan Avrupa Birliği (AB), Türkiye’nin fedakarlıklarından hep övgüyle bahsediyor. AB, 3 artı 3 milyar euroluk yardım vaatleriyle, Türkiye’yi bu devasa sorunla baş başa bırakıyor. Yeter ki, kapıları sıkı tutsun. BM ise, sığınmacı sayısını doğru-düzgün hesaplama titizliğinden bile yoksun.
Ancak, tüm bunlar Türkiye’nin kendisini bekleyen büyük tehdidi göz ardı etmesine mazeret değil. Suriye’deki iç savaşın birkaç haftada Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesiyle sonuçlanacağı hesabıyla yola çıkan Ankara, 6 yılda artık kalıcı olduğunu idrak etmek durumunda olduğu milyonlarca Suriyeli’nin entegrasyonu için gerekli yeterli adımları atmıyor. Böylece, Türkiye’nin içinde bulunduğu derin kutuplaşma ortamına Suriyeli sığınmacılar da ekleniyor.
Buna, bilgi çarpıtmalar ve nefret söylemi de eklenince, varolan gerilim her kıvılcımda alev alabiliyor. Kiraların yükselmesine, işgücü fiyatlarının düşmesine neden olmakla suçlanan Suriyeli sığınmacılar, birer günah keçisi ve öfke nesnesine dönüştürülebiliyor. HÜGO araştırmasına göre, toplumun yüzde 60’tan fazlası Suriyeli sığınmacıların suça karıştığını düşünüyor. Süregiden savaşa rağmen geri gönderilmelerini isteyenler, yüzde 30. Yalnızca yüzde 8, vatandaşlık verilebileceği görüşünde.
Ama, en büyük tehdit entegrasyonu ve rehabilitasyonu ihmal edilen travma altındaki yüz binlerce çocuk ve gençten geliyor. Çünkü bunların büyük kısmı, Irak-Şam İslam Devleti’nden (IŞİD) El Kaide’ye, uyuşturucudan fuhuş çetelerine, en radikal terör ve suç örgütlerinin en iyi ve kolay beslenebildiği bataklığa doğru kaderleriyle baş başa bırakılıyor. Bu durumun ileride çakacağı kıvılcım, alevleri büyük bir yangına dönüştürebilir.